komagatu

KOMAGATA MARU: BEYAZ KANADA’NIN SİYAH HİKAYESİ

Polat Safi

February 24, 2015

“Bugün yabancı topraklarda Hindistan’daki İngiliz egemenliğine karşı bir savaş başlıyor. Adımız ne? İsyan. İşimiz ne? İsyan. İsyanımız nerede patlayacak? Hindistan’da. Kalem ve mürekkebin yerini silahlar ve kanın alacağı zaman yakında gelecek.”

San Francisco merkezli Gadr gazetesi 1 Kasım 1913 tarihli ilk sayısında böyle ifade ediyordu yapacaklarını. Gazetenin ismiyle hareketin ismi, hareketin ismiyle öngörülen ayaklanma projesinin ismi aynıydı. Gadr, isyan yahut ayaklanma demekti. Britanya’nın Almanya’ya savaş açtığı 4 Ağustos 1914’ten bir hafta sonra Gadr’ın eylem çağrısı Doğu Asya, Kuzey ve Güney Amerika, Mezopotamya ve Doğu Afrika’da yankılanacaktı: “Savaşçılar! Aradığınız fırsat ayağınıza geldi!… Hemen Hindistan’a geçin.” Buna ilan sayfasında sık sık tekrarlanan silahlı eyleme çağrı bildirisi eşlik edecekti: “Aranıyor: Hindistan’da isyan edecek korkusuz, kahraman askerler, Ödeme: Ölüm, Ödül: Şehitlik, Emeklilik: Özgürlük, Çalışma alanı: Hindistan”.

Bu sırada Hint Okyanusu’nun merkezinde patlamaya hazır bir siyasal gerilim yaşanıyordu. Olayın merkezi Budge Budge’dı. Hindistan’ıda, Batı Bengal eyaletinin başkenti Kalküta’nın güneybatı varoşlarında yer alıyordu Budge Budge, yani Kalkütalılar için bile önemi tartışılır bir yerdi. Ancak 27 Eylül 1914’te bölgede meydana gelen olaylar Hint istiklal hareketleri bakımından Budge Budge’ı göz ardı edilemez kılacaktı.

Bir paranoyanın hazin sonu: Budge Budge olayı

Söz konusu tarihte Komagata Maru adlı bir Japon buharlısı Budge Budge’a demirler ve taşıdığı yüzlerce yolcu kendilerini zorla Pencap bölgesine götürmek üzere trene bindirmek isteyen polise karşı koyar. Panikleyen polis kalabalığa rastgele ateş açar ve olaylarda yirminin üzerinde yolcu öldürülür, bir o kadarı yaralanır, kalanların büyük kısmı da tutuklanır.

Olayın meydana gelmesinde Budge Budge’da gemiyi karşılayan emniyet biriminin sorumluluğu büyüktür. Aşırı sayılan 10-15 kişiyi diğer yüzlerce yolcudan ayırt etmenin kolay olacağı gibi iyimser bir görüşe kapılmışlardır. Ancak bu hesaplamanın ne denli yanlış olduğunu anlamaları için Baba Gurdith Sing gibi yolcuların lideri saydıkları şahıslara yaklaşmaları yeterli olmuştur.

Polisin sorumsuzluğunun yeni çıkarılan Hindistan’a Giriş Kararnamesi gibi hukuki bir temeli vardır. Hindistan’ı kolonileştiren Britanya böylece imparatorluğun güvenliği, çıkarları ve sükunetine karşı çıkan şahısların hareketlerini kısıtlamayı amaçlamaktadır. Bu kararnameye Yabancılar Kararnamesi eşlik edecek, devrimcilere karşı mücadele daha rahat ve meşru zeminde devam edebilecekti.

Emniyet güçlerine keyfi davranma hakkını veren bu hukuki uygulamalar aslında daha büyük bir bağlamın parçalarıydı. I. Dünya Savaşı henüz başlamıştı. Hindistan’a Giriş Kararnamesi’nin yürürlüğe konuluş tarihi de 5 Eylül 1914 idi ve savaş sırasında ülkeye giriş yapan potansiyel “yıkıcı” ve “bölücü”lerin bulundukları yerde tutuklanmalarını ve muhakeme edilmeden tevkif edilebilmelerini sağlıyordu.

Britanya’nın korkusu anlaşılabilirdi, çünkü yüzyılın başında imparatorluk en güçlü günlerini yaşamasına karşın kırılgan bir birliğe sahipti. İmparatorluğun bir ayağının çukurda olduğu yönünde kamuoyunda yürütülen ciddi tartışmalar genelde bu eksendeydi. Gerçekten de Britanya, onlarca etnik ve dinî unsuru barındıran protektoradan, bağlılıklardan ve sömürgelerden oluşan yapısına karşın tebaasına eşit davranabileceği bir altyapıdan mahrumdu. Ortak bir hukuk sistemi yerine birbirinden oldukça farklı ve birbiriyle tutarsız legal rejimlerin varlığı söz konusuydu. Bunun da ötesinde, İngiltere’de emperyalistler ve anti-emperyalistler arasındaki çetin mücadelede yüzyılın başından itibaren ikinci grup Parlamento’da sesini çok daha gür çıkarır olmuştu. Belki de en önemlisi, imparatorluğun çeşitli bölgelerindeki muhacir gruplar anavatanlarındaki halktan çok daha sıkı bir şekilde devrimci siyasal tutkulara bağlıydılar. Bu tartışmalar ve patlayan savaş, Britanya’nın tebaasına karşı yer yer paranoyaklığa varan bir tutum içinde davranması şeklinde karşılığını buldu.

Britanya’nın Komagata Maru yolcularına karşı tavrının anlaşılabilir olması ve hukuki temelde gerçekleşmesi bu tavrı meşru kılmayacağı gibi olayların iç yüzünün aydınlanmasına da yardımcı olmaz. İngiliz otoritelerine inanacak olursak Komagata Maru yolcularının hemen hepsini devrimci Gadr hareketi ile ilişkilendirmemiz gerekir. Bunu yapmak da yolcuları Almanya tarafından geliştirilen ve Osmanlı Devleti’nin etkin bir şekilde dahil olacağı Alman-Osmanlı ittifakının Hindistan projesinin bir parçası yapar. Bu iddia bir dizi gerçeğin üstünü örtmekle birlikte doğruluğu ancak Komagata Maru’yu, Nisan 1914’te Hindistan’dan Kanada’ya göç etmek üzere yola çıkan ve başvuruları reddedilip geri gönderilen yolcularla dolu bir Japon buharlısının bireysel macerasından ibaret saymakla mümkündür. Halbuki Komagata Maru’nun kökenlerini daha öncelerde aramak gerekir.

Sonsuza kadar Beyaz Kanada: Komagata Maru’nun kökenleri

Güney Asya’dan Kanada’nın batısında bulunan İngiliz Kolombiyası’na ilk göç dalgası 1903-1907 yılları arasında gerçekleşir. Bu göç dalgaları bölgede bulunan yaklaşık 35 bin Çin ve Japon yerleşmeci gibi pek sıcak karşılanmaz. Buna rağmen 1908 yılının sonunda bölgedeki Güney Asyalıların nüfusu 5209’a ulaşır. Çoğu Hindistan’ın Pencap bölgesinden Sihler olan bu göçmenlerin, Çinlilerle Japonlar gibi ayrımcılık ve yabancı düşmanlığına maruz kalmaları, ırkçılık kokan yasal düzenlemelerle karşılaşmaları uzun sürmez. Ne de olsa Kanada’nın “Avrupaî” doğasına aykırıdırlar (!).

İngiliz Kolombiyası’ndaki hükümet, Güney Asyalıların elinden önce federal oy kullanma hakkını alır. Tarih 1907’dir. Siyasi bir makam yahut memuriyete gelmelerini de yasaklar. Bununla da yetinmez, kamu hizmetleri ve bayındırlık işlerinde çalışmalarını yasaklar.

Ancak doğrudan göçün engellenmesi için en önemli adımın 1908’de çıkarılan Kesintisiz Seyahat Kararnamesi olduğu söylenebilir. Bu kararname, Kanada kıyılarındaki beyaz ırkçılığının açık edilmeden savunulması olarak bile değerlendirilebilir. 8 Ocak 1908’de çıkarılan kanun hükmünde kararname, “İçişleri Bakanı’nın görüşüne göre” doğdukları yahut vatandaşı oldukları ülkeden kesintisiz seyahatle gelmeyenlerin bölgeye göçünü yasaklamıştır. Pratikte bu karar Hindistan’dan gelen gemilere uygulanabilirdi, çünkü Hindistan’dan Kanada’ya yapılan uzun yolculuk gemilerin Japonya veya Hong Kong’da duraklamasını gerektiriyordu. Yani Havai vasıtasıyla Japonları engellemek üzere kullanılan düzenleme genellikle Yokohama veya Hong Kong vasıtasıyla gelen Hintlilere karşı da kullanılmış oluyordu. Gemi şirketlerine Hindistan ile Kanada arasında doğrudan hizmet vermemeleri yönünde yapılan baskı da cabası.

Ancak hükümet bunun da yeterli olmayacağını düşünmüş ve başka bir kararnameyle bölgeye gelen Asyalı göçmenlerin Kanada’ya girişte en az 200 dolar bulundurması zorunluluğunu getirmiştir ki bu karar pratikte göçmenlerin çoğunun Kanada’ya giriş yapamayacağı anlamına geliyordu. Elbette bu kararnameler kötünün iyisiydi, zira bir ara İngiliz Kolombiyası’ndaki Asyalı nüfusun İngiliz Hondurası’na gönderilmesi bile projelendirildi.

1908 yılında 182 Pencaplı göçmenle bölgeye gelen ve yetkililer tarafından Kanada’ya girişi yasaklanan Behari Lal Verma, bu uygulamalara hukuki zeminde karşı çıkan ilk şahıstır. Konuyu mahkemeye götüren Lal Verma ve beraberindekiler haklı bulunur ve sonunda bölgeye yerleşmelerine izin verilir.

İkinci bir dava 1913 yılında gerçekleşir. Bu sefer Panama Maru adlı gemiyle seyahat eden 56 göçmenin sadece 17’si Kanada’ya kabul edilir. Sosyalist Edward Bird’ün savunmayı temsil ettiği dava Hindistanlılar lehine sonuçlanır. Ancak hakimin kararı insani değil, teknik boyutta vermiş olması Kanadalı yetkililerin elini güçlendirir ve göçün önüne geçebilecek bir açık daha böylece kapatılır.

Yine de davanın ardından Behari Lal Verma’nın Vancouver’dan ayrılarak Hong Kong’a geçmesi bölgedeki Pencaplılar tarafından heyecanla karşılanacaktır. Zira Behari Lal Verma buraya Kanada’yı göçe açmaya kararlı olarak gelmiştir. Ancak gemi bulamadığı için teşebbüs sonunda Singapur’da deniz sevkiyat işleriyle ilgilenen Gurdith Singh’e geçer ve böylece Komagata Maru’nun uzun ve çileli macerası başlar.

Hong Kong’tan Vancouver’a bir çileli yolculuk

Gemiyi bulmak Gurdith Singh’in iki ayını alır ve sonunda kendisine Japon bir firmadan Komagata Maru adlı gemiyi ayarlayan bir Alman deniz nakliyecisi olur. Singh’in girişiminin yürürlükteki kanunlara açık bir meydan okuma olduğuna şüphe yoktur. Fakat meslek icabı bu girişimin siyasi olduğu kadar maddi gelir beklentisiyle alakalı olduğu da belirtilmeli. Singh, yolculuğun kanun dışı görülmesi sebebiyle tutuklanır. Ancak birkaç ay sonunda bırakılır ve böylece 4 Nisan 1914’te Komagata Maru Hong Kong’tan ayrılır.

Yol üzerinde Şangay, Kobe ve Yokohama’da yeni yolcular alan geminin mevcudu 376’ya ulaşır. 24’ü Müslüman, geri kalanı Sih olan yolcular bila istisna İngiliz tebaasıdır. Gemi 23 Mayıs’ta Vancouver’a varır. Fakat yolcuların Kanada’ya girişine izin verilmez ve böylece sekiz hafta sürecek uzun bekleyiş başlar. Günler geçtikçe kumanyalar azalır, ama Kanada hükümeti bununla ilgili değildir. Bu sırada bir sahil komitesi kurulur. Balwant Singh, Hüseyin Rahim ve Sohan Lal Pathak tarafından önderlik edilen komite haziran ayında bir destek gösterisi gerçekleştirir. Hatta içlerinden öfkeli olanları gemidekilere bir süre sonra Hindistan’a geri dönüp devrimi başlatmaları gerektiğini dahi söyler. Yolcular için son ümit olan hukuki kanallar da 6 Temmuz’da kapanır. İngiliz Kolombiyası Temyiz Mahkemesi yolculardan biri olan Munshi Singh adına yapılan başvuru sonucunda Göç ve Sömürge Bakanlığı’nın kararlarına karışma yetkisinin yeni kararnameler ışığında mümkün olmadığını bildirir.

Hukuki kanalların kapatılmış olması Kanada hükümetinin yedeğinde bulunan bir başka acil durum planının üstünü kapamamalı. Bu plan Kanada’ya gelen Güney Asyalı göçmenlere tedavi edilebilir çengelli kurt hastalığı testi yapmaktır. 1904-1907 yıllarındaki ilk Güney Asya göç dalgasından sonra göçe karşı çıkanlar Hindistan’dan gelen göçmenlerin Kanada’nın havasına suyuna uygun olmadığını ve kendi ırklarına atfedilebilir birtakım sağlık problemleri ve hastalıkları olduğunu savunurlar. Bu, Güney Asyalıların asimile edilemez oldukları yönündeki daha geniş bir tartışmanın parçasıydı. Ancak ilk başta göçe karşı bir bahane olarak ortaya konulan hastalık bir süre sonra Hindistan’dan göçün kesilmesi için başı başına bir iddia olarak kullanılmaya başladı.

Kanadalı yetkililer henüz 1912 yılında Güney Asyalı muhacirler üzerinde gizlice bir sağlık taraması zaten yürütmüşlerdi. Benzer bir testin Komagata Maru yolcuları üzerinde de yapılması düşünüldü. Böylece, resmî ve popüler anlayış Hindistan’ın bir koloni olarak bağımlı yapısıyla Hindistanlıların devamlı hastalıkla özdeşleştirilmesi ve böylece kusurlu varlıklar olarak görülmesi gibi bir temele oturdu. Bu anlayış, bakteriyoloji testlerinin parazit organizmalardan ziyade sosyal parazitleri ve bağımlıları tespit etmenin bir aracı haline gelmesinin önünü açıyordu. Patojenler sağlıklı bir bünyede hastalık meydana getirebiliyorsa hastalıklı göçmenler iktisadi ve sosyal yapıda neden bir tür hastalık meydana getirmesindi?

Bu anlayış, Alan Kraut’un “tıbbileştirilmiş yerlicilik” adını verdiği yaklaşımla birebir örtüşürken, Morton Beiser’in Hasta Göçmen Paradigmasıyla da ciddi benzerlikler taşımaktadır. Bu yaklaşımın temelinde de “yanlış yerden” gelen göçmenlerin (Komagata Maru örneğinde Asya, güney Asya, Doğu Avrupa vb.) göç ettikleri ülkeye ya hastalık taşıdıkları yahut da hastalıktan kaçarak geldikleri inancı bulunmaktadır. Az sağlıklı ve genelde kendi toplumuyla uyumsuz insanların göç edeceğine dair yaygın inanç bu yaklaşımın oluşmasında pay sahibidir.

Neredeyse böyle bir yaklaşım temelinde Kanada hükümeti Komagata Maru’nun gelişini haber alır almaz acil durum planını devreye koymuştur. Yolcuların kabulü durumunda sağlık taraması uygulanacak, ancak yüksek olasılık parazite rastlanmayacaktı. Çünkü çengelli kurt taraması için bölgeye önceden çağrılan P. H. Bryce, Vancouver ve Victoria’da önde gelen hekimlerle yaptığı görüşmeler sonucunda bölgede yaşayan hiçbir Güney Asyalıda o vakte kadar çengelli kurt semptomlarına rastlanmadığını rapor etmiştir. Ancak bundan dolayı sağlık taramasından vazgeçilmiş değildir. İlk sebep testin maliyetidir. İkincisi, yolcuların isterse bu testi kolayca atlatabileceğinin bakanlığa rapor edilmesidir. Fakat daha da önemlisi hükümetin 31 Mart tarihi itibarıyla, tarımla uğraşmayan esnaf ve işçilerin İngiliz Kolombiyası limanlarına ayak basmasını yasaklayan 897 numaralı kararnameyi geçirmiş olmasıdır. Hükümet yolcuları reddetmesinin hukuki temeli olarak 897 numaralı kararname yanında, çeşitli aralıklarla üzerinde düzenlemeler yaptığı Kesintisiz Seyahat Kararnamesi ile yolcuların Kanada’ya girişte üzerlerinde 200 dolar bulundurma zorunluluğu getiren kararnameyi kullanmıştır.

Ardından da yolcuları başka bir gemiye aktarıp geri göndermek ister. Yaklaşık 7 haftadır gemide bekletilen yorgun ve ziyadesiyle yıpranmış yolcular kendilerini geri göndermek üzere liman römorköründe gelen 120 polis, 4 müfettiş ve 40 özel göçmen memurunu hoş karşılamaz ve arbede çıkar. Yetkilileri desteklemek üzere bu sefer HMCS Rainbow adlı kruvazör desteğe gelir ve sonunda yolcular dönüş yolundaki yemek ve su ihtiyaçları karşılandığı takdirde geri döneceklerini taahhüt ederler. Komagata Maru 23 Temmuz 1914’te Vancouver’dan geri dönüş yolculuğuna çıkar ve 27 Eylül’de Budge Budge hadisesinin gerçekleşeceği Kalküta’ya varır.

Komagata Maru bir Gadr teşebbüsü müdür?

Literatürdeki baskın eğilim Komagata Maru hadisesini Gadr hareketi ile özdeşleştirmek yönündedir. Bu eğilimi kolaylaştıran birkaç sebep var.

Hindistan’ın İngiltere açısından vazgeçilmez ticari ve askeri konumu her şeyden önce geliyor. Araştırmacılar, Britanya açısından bu toprakların elde tutulması ve güvenliğinin sağlanmasının Güney Afrika, Mısır ve Sudan gibi başka bölgelerin de güvenliği açısından hayati bir öneme sahip olduğunu bildiği için Komagata Maru’yu dönüp dolaşıp Gadr hareketi üzerinden Almanlara bağlama eğilimi gösterirler.

Gerçi İngiltere’nin Budge Budge ile ilgili olmasa da Almanya ile ilgili kaygılarının doğru olduğunu savaş gösterecekti ki Almanya gerçekten İngiltere’yi en değerli kolonisinden mahrum bırakmak istiyor ve bunun Asya’daki nüfuzunu kıracağını düşünüyordu. Almanya, aynı zamanda İngiltere’nin bu bölgeden hasıl olacak askeri ve ticari kaynaklar yanında coğrafi avantajlarını kullanmasını da istemiyordu. Gerçekten de Hindistan, Asya ve Afrika’nın ticaret yollarına erişim sağlamakla birlikte Britanya’nın nüfuzunu güneyde Avustralya, batıda Basra Körfezi ve Afrika, kuzeyde ise Asya’ya doğru yaymasına imkan sağlıyordu.

Almanya bu amaçla San Francisco ve Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde yeşermiş Hint istiklal hareketi Gadr ile çalışıyordu. Hatta Avrupa’daki Hindistanlı öğrenci ve eylemcilerden oluşan Berlin Komitesi 1914 yılında Almanya’da kurulmuştu. Bu komite daha sonra Hint İstiklal Komitesi ismini alacaktı. Ancak Hindistan’a yönelik San Francisco ve Avrupa merkezli hareketlilik Komagata Maru olayından önce değil sonra olacaktır. Bu da Komagata Maru’nun yaygın kanaatin aksine, İngiltere’yi Hindistan’dan mahrum etmek şeklinde özetlenebilecek Alman-Hindu komplosunun bir parçası olmadığına işaret eder. Ancak bir parçasıymış gibi muamele edenler de delilden yoksun değildir. Tartışmalı olan delillerin kuvvetidir.

Bunların başında güvenlik kuvvetlerinin gemiye yaptığı müdahaleyi haklı göstermek üzere düzenlenmiş raporlar geliyor. Örneğin, Batı sahili Hinduları arasında casusluk yapan Hopkinson, bu sert direnişin Amerika’da yaşayan eğitimli Hindistanlılar tarafından yürütülen bir komplo olduğunu rapor eder. Ancak bu tip raporların arkasında gemiden bir şekilde inebilmek için otoritelere onların istediğini söyleyen gemi doktoru Raghunath Singh gibi şahısların geldiği pek belirtilmez.

İkinci olarak, polisin müdahalesinin ardından militanlaşan ve bazen Gadr hareketine katılan şahıslar gelir. Mesela, Gurmukh Singh Lalton Hindistan’a dönüşte Gadr hareketine katılmış ve Sovyetler Birliği’ne kaçmadan yedi sene hapis yatmış genç bir yolcudur. Fakat bu tip örnekler genellikle hadiseyi toptanlaştırmak, tüm yolcuları Gadr hareketi mensubu gibi göstermek için kullanılır. Halbuki tecrübenin kolektif olması içindeki bireysel farklılıkları görmezden gelmeyi meşru kılmaz. Bu yönde yapılan analizlerin gösterdiği ortak nokta polis müdahalesinin ardından bile Gadr hareketine katılımın radikal bir karar olarak kaldığı yönünde. Örneğin, Puran Singh adlı gemideki liderlerden biri hiç bir dönem sosyal değişimi Gadr hareketinin radikal usulleriyle gelmesini savunmamıştır.

Üçüncü olarak da sağlık taraması örneğinde olduğu gibi üstü kapalı ırkçılık sayılabilir. Kamuoyunda Güney Asyalılara karşı vaki olan negatif tutum Gadr hareketine vurgu yapılarak ırkçılık dile getirilmeden körüklenmiş olacaktır.

Bütün bunlar demek değil ki yolcuların Gadr hareketi ile hiçbir ilişkisi yok. Gemi Hindistan’dan Kanada’ya doğru giderken Yokohama civarında durakladığında Gadr hareketinin üç önemli isminin; Balwant Singh Khurdpur, Mevlana Bereketullah ve Bhagwan Singh Jakh’ın gemiye uğradıklarını, buradaki Gurdwara’da (Sih tapınağı) siyasi konuşmalar yaptıklarını ve Gadr hareketi yayınlarını dağıttıklarını görüyoruz.

Bu isimlerin Kaliforniya’daki Gadr liderleriyle yazıştıkları bilinmiyor değil. Ancak gemiye uğramaları o dönemde söz konusu bölgede yaşıyor olmalarıyla açıklanabilir. Bu sebeple gemiye durak noktasında uğrayıp propaganda yapmaları değil, aksi yönde bir davranışta bulunmaları şaşırtıcı olurdu. Ancak olaydan sonra hadiseyi araştıran İngiliz otoriteler gidiş yolundaki bu olayı öğrenince, Komagata Maru olayını, Hindistan’daki kamuoyunu İngilizler aleyhine çevirecek bir çatışmanın Kanada’da meydana getirilmesi yönünde bir teşebbüs olarak okumuşlardır. Halbuki yolcuların çoğu Hindistan’a gelmek dahi istememiştir. Kanada’ya gitmeden önce yaşadıkları yerler olan Japonya ve Çin kıyılarında demirlemelerine izin verilmediği için Hindistan’a gelmişler ve savaşın başlamasıyla birlikte sivillere karşı tutumu ziyadesiyle keyfileşen İngiliz sömürge yetkililerin hedefi haline gelmişlerdir.

Komagata Maru sonrası

Budge Budge hadisesinden sonra yolcuların bir kısmı Kalighat Merkez Hapishanesi’nde tevkif edilir, bir kısmı Pencap’a geri gönderilerek en azından savaşın sonuna kadar köylerinde hapis hayatı yaşamaları sağlanır, kaçabilenler ise yer altına çekilir.

Pencap’ta konuyla ilgili yayın yapan iki gazete hemen kapatılmıştır. Bir taraftan basın susturulurken Hint siyasetçilerden de olayı kınayan kuvvetli bir ses çıkmamıştır. Almanya’ya karşı İngilizlerin safında olmanın kendilerine savaş ertesinde bağımsızlık getireceği beklentisi bu yönde davranmalarına sebep olmuş gözükmektedir.

Yani Gadr haricinde kimse yolculara sahip çıkmaz. Bu tutum, Gadr ile olay arasında organik bir bağ olmamasına rağmen onu olayı tertip eden kuvvet gibi gösterir. Ancak Gadr hadiseyi tertip eden kuvvet olmasa da, hadisenin sonucunda Gadr’ın istediği etkinin meydana geldiği de muhakkaktır.

Gerçekten de Komagata Maru hadisesi sonunda Batı Sahili Hint toplumunda bu ırksal ve sınıfsal hakaretin intikamının alınması yönünde silahlı eylem talepleri artar. Gadrcılar bu fırsatı kaçırmayacaktır. Bhagwan Singh, Muhammed Bereketullah ve Ram Chandra Sacramento, Fresno, Stockton, Portland ve daha küçük kasabalarda mitingler düzenler. Bu mitinglerde hem para hem de harekete yeni üyeler toplanmıştır ki bunların çoğu kısa süre içinde birleşerek İngiliz aleyhtarı bir isyanı ateşlemek üzere Hindistan’a geçeceklerdir. İngiliz nakliye rotalarını es geçmek için genellikle Japon gemileriyle bölgeye yapılan bu seyahatler 1914 sonbahar ve kış ayları boyunca devam eder, böylece Almanya’nın Hindistan’da diğer anti-koloniyal devrimci gruplara nazaran daha rahat istimal edebileceği bir devrimci grup yerleştirmesinin önü açılmış olur. Zaten neredeyse eş zamanlı olarak hem Almanya’ya gelen Hint mültecilerden hem de zaten Almanya’da bulunanlardan ismi 1915 yılında Hint İstiklal Komitesi olarak değiştirilecek Berlin-Hint Komitesi kurulur. Hatta Almanya’nın İslam dünyasını ayaklandırma projesinin mimarı Max von Oppenheim komitedeki Hintleri “benim Hintlerim” şeklinde ifade edecektir. Böylece Almanya’nın kontrolünde geliştirilecek Alman-Hindu komplosu başlamış olur. Bu projeye Almanya’nın müttefiki Osmanlılar da destek verecek ve sonunda İran-Afganistan-Hindistan hattında başarısız olmalarına karşın oldukça heyecanlı ve romantik Alman-Osmanlı-Hint ortak yapımı gayri nizami harp operasyonları icra edilecektir.

Evet, ismini ilk duyunca Japonya’ya, taşıdığı yükü öğrenince Güney Asya veya Hindistan’a, konunun özünü öğrenince Kanada’ya ait bir mesele olduğunu düşünebilirsiniz, ancak Komagata Maru bundan da fazlası. Görüldüğü üzere, Komagata Maru’nun göçmen karşıtı politikalarla özdeşleşen ırkçılığı, İngiliz Kolombiyası ve Hindistan’daki baskın toplumsal ve ideolojik görüşler yanında Hint istiklal hareketleri ve bu hareketlerin I. Dünya Savaşı’ndaki Osmanlı-Alman ittifakına değinen bir tarafı var. Görünen o ki Komagata Maru’ya değinmeden yapılacak bir Alman-Osmanlı-Hint ayaklandırma projesi eksik kalacaktır.

 

Kaynakça

Wallace, Isabel. “Komagata Maru Revisited: ‘Hindus,’ Hookworm, and the Guise of Public Health Protection.” BC Studies 178 (2013): 33-50.

Johnston, J. M. Hugh. “The Komagata Maru and the Ghadr Party: Past and Present Aspects of a Historic Challenge to Canada’s Exclusion of Immigrants from India.” BC Studies 178 (2013): 9-31.

Johnston, J. M. Hugh. The Voyage of the Komagata Maru: The Sikh Challenge to Canada’s Colour Bar. Toronto: University of British Columbia Press, 2014.

Puri, K. Harish. “Revolutionary Organization: A Study of the Ghadar Movement.” Social Scientist 9 (1980): 53-66.

Beiser, Morton. “The Health of Immigrans and Refugees in Canada.” Revue Canadienne de Santé Publique 96 (2005): 30-44.

Ramnath, Maia. Haj to Utopia: How the Ghadar Movement Charted Global Radicalism and Attempted to Overthrow the British Empire. Berkeley: University of California Press, 2011.

Ramnath, Maia. “Two Revolutions: The Ghadar Movement and India’s Radical Diaspora, 1913-1918.” Radical History Review 92 (2005): 7-30.