Couv Aux

İKİ FRANSIZ GAZETECİNİN GÖZÜNDEN BALKAN VE TRABLUSGARP SAVAŞLARINDA OSMANLI

Georges Rémond, Aux camps turco-arabes. Notes de route et de guerre en Tripolitaine et en Cyrénaïque, Paris, éditions Turquoise, collection Altérités, 2014, préface d’Odile Moreau.

Stéphane Lauzanne, Au chevet de la Turquie. Quarante jours de guerre, Paris, Turquoise, collection Altérités, 2014, préface d’Odile Moreau.

Orhan Kologlu

İnsanlık tarihini değiştiren ve iki defa tekrarlanan dünya savaşı olaylarından birincisine katılmanın, 700’üncü yılına girmiş Osmanlı Devleti’nin tarihe karışmasına sebep olduğu ileri sürülür. Doğal olarak dönemin iktidarı İttihat ve Terakki’nin yöneticileri de damgalanır. Aslında dünya hakimiyetine sahip olmak için Avrupalı sömürgeciler arasında yarışın sürükleyiciliği içinde, Osmanlı’nın 1911-1913 arasında yaşadığı iki savaşla bir ön hazırlığın bunda önemli etkisi olduğu bilinir.

Fransız Turquoise yayınları tarafından ilk yayımlanışlarından 101 yıl sonra, iki ünlü Fransız düşünürü ve gazetecisinin politik olmaktan ziyade o günün gözlemlerini içeren kitapları günümüzde tekrar piyasaya sunulmuş bulunuyor. İki ayrı savaş bölgesinde birinin dört ay, diğerinin kırk gün süreyle bulunarak verdikleri bilgiler, kamuoyunu bilinçlendirme süreci içinde gerekli tarihsel ayrıntılardan kopuk kalmalarını zorunlu kılıyordu. Buna karşılık daha sonraki dönemi etkileyecek bir kaynak oluşturdukları da bir gerçektir.

İki eserin de ayrıntılarını aktardıkları olayların tarihsel ortamdaki yerini belirlemek için yayınevi iki esere de Fransız Orta Doğu ve Türk Tarihi uzmanı Prof. Odile Moreau’ya, o bölgelerin tarihini ve günün ortamını ayrıntılı şekilde açıklayan önsözler yazdırmışlardır.

Türk-Arap ordugahlarında

Seyyah olarak çok ülke dolaşmış, sanat incelemelerinde bulunmuş bir kültür adamı olarak Georges Rémond gazetelere yazı da yazmıştır. Rémond, İtalya’nın Libya’ya saldırısının başlamasının ardından 17 Ocak 1912’de Tunus hududundan Osmanlı yönetimindeki Libya’ya girer. Trablusgarp, Garian, Aziziye, Hums, Mısrata, Sirt, Bingazi ve Derne’ye uğradıktan sonra 22 Mayıs’ta İngiliz işgalindeki Mısır’a geçer.

Georges Rémond Aux Camps Turco-Arabes adlı kitabının başlığına şu notu eklemiştir: “Notes de route et de guerre en Tripolitaine et en Cyrénaïque / Tripoli ve Sirenayka’da yolculuk ve de savaş notları”

Öğrendikleriyle çektiği bol sayıdaki fotoğraf (Kitapta 60 tane) ünlü haftalık L’Illustration dergisinde yayımlandıktan sonra kitap haline 1913’te getirilir. Paris’teki askerî ataşemiz Fethi (Okyar) Bey’i tanıdığı için özel bir ilgisi olduğu anlaşılıyor. Ancak asıl etkiyi özellikle Derne bölgesinde, Enver Bey’in komutasında mebus Ömer Mansur Paşa, Derne Kumandanı Mustafa Kemal ve diğer subaylardan bahsederken yansıtır. İttihatçı subayların Senusilerle düzenledikleri işbirliğine hayranlığını saklamaz.

Düzenlenen bir asker Senusi töreninde Arapların “Allah Younsour es-Sultan / Allah Sultanı galip kılsın” naralarını işitmiştir. Eklemekten kendini alamaz: “Türk subaylar ölmeye razı şekilde savaştılar… Avrupa’dan yeni bir Haçlı Seferi gelse ve ülke terk edilmek gerekse de bu birkaç yüz subayın Trablus, Bingazi ve Derne’deki 120 bin İtalyan askerinin önünden resmî geçit yapması son derece büyük bir gösteri olacaktır.”

“Tehdit edenler ne kadar güçlü olursa olsun kendisi razı olmadıkça bir milletin asla yenilmeyeceğine inandım” kaydını da ekler. Bu 15.10.1912 tarihli notun, Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine Osmanlı Devleti’nin Ouchy barışıyla İtalyanlara Libya’yı terk ettiği gündür. O da yeni savaşı izlemek üzere Fransa’dan İstanbul’a hareket etmektedir, sonucu Libya’daki Türk-Arap bütünlüğüne bağlayarak değerlendirir: “Libya’da birlikte olduğum bütün Türkleri değerlendirirsem, yeni savaşın sonucunda tereddüt etmem…”

Libya’da bir avuç gönüllü İttihatçı subayın, diğer Arap gruplardan hiçbir yardım alamamalarına karşılık Senusilerle büyük bir birlik başarmalarının sömürgecileri rahatsız ettiği bilinir. Türk-Libya ilişkileri üzerinde bilgi veren O. Moreau da önsözde bu bütünlüğün daha sonra devam ettiğini anlatmaktadır. Özellikle İtalyanların Libya’daki başarısızlık üzerine Rodos Adası’na yönelik gibi eylemlerini anımsatmaktadır.

Türkiye’nin başucunda

15 Ekim günkü notu yayımlanırken Georges Rémond Fransa’dan İstanbul’a gitmek üzere trene biniyordu. Başlayan Balkan Savaşı’nı izlemek için başka gazeteciler de trendeydi. Özellikle dönemin en ünlü gazetelerinden Matin’in başyazarı Stephanne Lauzanne da. Bu savaşın ilk kırk gününde (Yani 1912’nin kasım ayı sonuna kadar) savaş muhabiri olarak görev yaptıktan sonra ülkesine dönecektir. Onun da gönderdiği haberler ve çektiği fotoğrafları içeren kitabı 1913’te yayımlanır: “Au Chevet de la Turquie” buna ikinci başlık olarak “Quarante Jours de Guerre / Savaşın kırk günü” kaydını eklemiştir. Sunuş yazısı amacı kesin belirler: “Bu eser ne bir tarih kitabı, ne de diplomasi bilimi, ya da felsefe incelemesi veya askerî taktik kursu değildir. En çok son nefesini verme aşamasındaki bir imparatorlukta kırk günde çekilen resimlerin toplamı ve de gözleri önündeki gelişmelerin belirlenmesidir. Gerçekten Balkanlar’dan bir anda başlayan Türk göçü o kadar büyük sefalete ve ölümlere sebep olur ki, zaten bugünkü Trakya’mızın ötesine gitme imkanı bulamayan S. Lauzanne buralarda çektiği sefil mülteciler resimleriyle eserini zenginleştirmiştir.”

Üç gün süren tren yolculuğu sırasında mutlaka sohbetleri olmuştu. Nitekim Rémond’un anlatışını kitabının girişinde aktarır: “Rémond da Libya günlerindeki Türk cephesinden, sultanın subayları için olduğu gibi askerler için sempatiden başka bir şey aktarmadı. (…) Sadece kumandan sıfatı olan ve de boyları da rütbelerinden büyük olmayan Enver ve Fethi’yi gördü. Araplar da sıska ve de çok gösterişli olmayan bu iki yaratığa bakarak bir hükümdar gülüşü gösterdiler. ‘Bu da ne! Padişah’ın devletini kurtarmak için bize bütün gönderebildiği bu mu!’ dediler. Ancak iki gün sonra, artık hiç kimse gülmüyordu. İki zayıf küçük adamın şaşılacak bir otoritesi vardı ve de olağanüstü bir kumandanlık yeteneği (…) böylece bir yıl boyunca 100 bin kişilik bir Avrupa ordusunu etkisiz kıldılar.”

Ancak İstanbul’a varışlarında rastladıkları karmaşa ve 8 Ekim’de Karadağ’ın başlattığı savaşa 17 Ekim’de Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan’ın katılması ortalığı karma karışık etmişti.

Dikkati çeken Rémond’un Osmanlı subaylarının Alman eğitimi görmüş olmalarının ayrıntısına girmemesine karşılık -herhalde Fethi Bey’le dostluğu sebebiyle- Lauzanne da Balkan Savaşı’nın patlamasına ve İttihatçıların iktidardan düşmesine sebep olan “Halâskâr Zabitan Grubundan” bahsetmez. Ama Osmanlı ordusunu yirmi yıldır eğiten Alman subayların Trakya’daki yenilgilerdeki rollerini gündeme getirir. Kabul gerekir ki Kırkkilise ve Lüleburgaz bozgunları sebebiyle suçlamada haksız değildir.

Ayrıca o kısacık döneminde 16 Temmuz 1912’den beri iktidarda olan İttihatçı karşıtı hükümetin sadrazamı, hariciye ve dışişleri nazırlarıyla özel görüşmeler yapması da, siyaset amaçlı olmadığı önsözde belirtilen kitabın ister istemez etkilendiğini kanıtlamaktadır. İttihatçıların ortada görünmediği bir ortamda, İkinci konuşmasını yaptığı Sadrazam Kamil Paşa’nın 400 yıl önce Osmanlı’nın yardımıyla Fransa’nın kurtulduğunu anlatıp şimdi de ondan yardım beklediğini aktarmaktan kaçınmamıştır. Bu da gösteriyor ki Avrupa’nın iki düşman grubu arasında (İtilaf Devletleri ve İttifakçılar) bir Fransız olarak Osmanlı’yı kendi yanında görmek isteyenden yanadır. Osmanlı ordusunun Bulgarları Çatalca’da durdurmayı becerip barış görüşmeleri yolunu açması üzerine görevi biter ve ülkesine döner.

Bu iki yazarın kısa süreye dayalı gözlemleri yetersiz görülebilir. Ancak kabul etmek gerekir ki daha sonraki oluşumlar üzerinde çok etkili olacak bilgiler vermektedirler. Odile Moreau’nun değerlendirme yazıları bu bakımdan önemlidir. İngiltere’nin de Fransa’nın da Arap dünyasını Osmanlı’dan koparma tezgahlarını geliştirdikleri bir ortamda, Afrika’nın ortasında İttihatçı subaylara ve Osmanlı’ya tam bağlı bedevi savaşçıların belirmesi iki sömürgeci devlet için de bir tehlikeydi.

Ayrıca Alman eğitimli -o dönemde sıradan subayların- komutan gibi algılanmalarının genel bir korku doğurması da. Almanya’nın Yakın Doğu üzerinden yayılma peşinde olduğu biliniyordu. Dolayısıyla İttihatçı karşıtı en üst yönetici takımın ne düşündüğünü bilmek de gerekliydi.

Odile Moreau Balkan savaşının tam akışı ve yoğun bir göç yolunu açısını ayrıntılı olarak aktarır, ama Lauzanne’ın aşırı anti-Almancı tavrını eleştirir. Dolayısıyla Balkan Savaşı haberlerinin Fransa’ya objektiflikten uzak, yanlı aktarış olduğunu belirtiyor. Yine de eserler tarafların, Avrupa’nın “hasta adamı”nın son durumunu belirlemek için arayış içinde bulunduklarını ve bu kaynakların önemini kanıtlıyor.