BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI`NA VARAN GELİŞMELER İÇERİSİNDE ÇANAKKALE CEPHESİ`NİN YERİ

Yazar: GÜROL BABA
Danışman: PROF.DR. METE TUNCOKU
Yer Bilgisi: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Konu: Tarih

Yüksek Lisans Tezi (2005)

“Çanakkale Savaşları, Doğu Sorununun çözümünü amaçlayan büyük güçlerin, Çanakkale Boğazı’nda kilitlenişlerinin sembolüdür. Her ne kadar bu savaşların sebepleri Birinci Dünya Savaşı’nda Batı cephesindeki kilitlenme gibi görünse de, kökleri Verimli Hilal bölgesinin paylaşımının ilk kez hedeflendiği Doğu Sorununa yani bir diğer deyişle 19. yüzyıla kadar uzanır. Doğu Sorunu adı verilen, Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük güçlerce parçalanma sorunsalının ortaya çıkışındaki temel sebep, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemine girmesiyle birlikte gücünü kaybetmeye başlamasıdır. Söz konusu dönemle birlikte bölgede, büyük güçlerin çıkar çatışmalarının giderek artan bir şiddete sahip olduğu görülmektedir. Büyük güçlerin çıkar çatışmalarında, tarafların bir araya gelip paylaşım temelli bir işbirliği oluşturamamaları, bu devletleri ‘oldu bitti’ politikalarına yöneltmiştir. Soruna ‘oldu-bitti’ politikalarıyla getirilmeye çalışılan çözümler ise, bölgede siyasal ve ekonomik hedeflere sahip olanlarca hep kendi çıkarlarına zarar verecek boyutlarıyla değerlendirilmiştir. Bu nedenle söz konusu taraflar arası ilişkiler, fırsatçılık (oportünizm) temelinde örgütlenmiştir. Söz konusu dönemde büyük güçler, Orta Doğu’ya emperyalist bir çerçevede nüfuz etmeye çalışmışlarsa da, yapısaldan öte sadece pratik bir takım sonuçlar elde edebilmişlerdir. Hiçbir büyük güç, Osmanlı Devleti ile ilişkilerini tam bir emperyalist temele oturtamadığı gibi kalıcı etki bölgeleri de kuramamıştır. Bir başka deyişle, herhangi bir devlet tek başına bölgeye hakim olmamıştır. Tek başına hakim olmak bir yana, çıkarlar arasındaki dengeyi bozucu en ufak bir hareket dahi, doğrudan diğer tarafları harekete geçirdiğinden denge, dengeyi bozucu devletin sınırlandırılması pahasına sağlanmıştır. Bu nedenle, Verimli Hilal bölgesinin paylaşılması konusunda taraflar birbirlerinin çıkarlarına ancak, Sykes-Picot Anlaşması ile başlayan gizli anlaşmalar yoluyla rıza göstermişlerdir. Bölgede dengeyi sağlayan unsurların en önemlilerinden biri, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüdür. Bir başka deyişle, zayıf bir Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü bu güçler açısından, sadece bireysel çıkarları için bir kayıp veya kazanç konusu değil aynı zamanda, tümünün refahının dayandığı uluslararası sistemin istikrarını sağlayan bir unsurdur. 19. yüzyılın başında, bu güçlerden hiçbirinin tek başına, Osmanlı Devleti’ni sona erdirecek kadar güçlü olmaması, ayrıca hiçbirinin de Osmanlı’ya karşı birleşmek istememesi de, yukarıda belirtilen neden yanında Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün bir süre daha devam etmesine neden olmuştur. Doğu Sorununun en can alıcı noktası, Osmanlı başkentinin de bulunduğu Verimli Hilal’in kuzey ucu yani Türk Boğazlarıdır. Bu bölge üzerinde büyük güçlerin ulusal çıkarlarını en üst düzeyde tatmin edecek yeni bir rejim, Doğu Sorununun topyekûn çözümünde her zaman kilit bir role sahip olacaktır. Ancak büyük güçlerce Osmanlı’nın kolaylıkla etki alanlarına ayrılmayacağını fark edilmesi, bu devletleri kaçınılmaz olarak Doğu Sorununu çözmek için öncelikle Osmanlı’yı parçalamaya yöneltmiştir. Çanakkale Cephesi de, bu amaca hizmet etmek için açılmıştır. Bir diğer deyişle, Çanakkale Harekatı’na karar verilişi, her ne kadar 1914 sonbaharında, Birinci Dünya Savaşı’nın Batı cephesinde ortaya çıkan kilitlenmenin bir sonucu olarak görülse de, temelde bu gerçeğe dayanmaktadır, bu çerçevede Çanakkale Harekatı, Osmanlı Devleti’ni sona erdirerek, başta Doğu Sorununun her döneminde farklı boyutlarda ve sürekli artan bir öneme sahip olan Türk Boğazları olmak üzere, Osmanlı topraklarının paylaşımını hedeflemesi anlamında, Doğu Sorununun çözümü konusundaki en önemli oluşumlardan biri olduğu ortaya konulabilir. Çanakkale Savaşları’na yol açan gelişmelerin birden fazla uluslararası ilişkiler teorisi çerçevesinde değerlendirilmesi ise çalışmamızın ikinci bölümünde uyguladığımız çoğulcu yaklaşımın bir sonucudur. Bu yaklaşımın tercih edilmesindeki en önemli sebep sosyal bilimlerdeki oluşumların tek bir teoremle değerlendirilmesinin eksik bir takım sonuçlara sebebiyet verebileceğidir.”