TEKALİF-İ HARBİYE VE TEKALİF-İ MİLLİYE ÖRNEKLERİNDE SAVAŞ DÖNEMLERİ MALİ POLİTİKALARI

Yazar: CEZMİ TEZCAN
Danışman: PROF.DR. İZZET ÖZTOPRAK
Yer Bilgisi: Ankara Üniversitesi / Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü
Konu: Türk İnkılap Tarihi

Doktora Tezi (2005)

“Tekalif-i Harbiye ve Tekalif-i Milliye Uygulamaları savaşları finanse etmek için kaynaklara yönelme çabasının beraberinde getirdiği zorunluluklardır. Tarih boyunca özellikle, Osmanlı Tarihinde bu tür örneklere sıkça rastlanmaktadır. Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıldan itibaren ardı ardına savaşlara girmesi sebebiyle bu türden vergilendirme yoluna zorunlu olarak gidilmiştir. Osmanlı halkı, 1910 yılından 1923 yılına kadar neredeyse kesintisiz bir şekilde yoğun ve ciddi savaşlar yaşamış, bu kadar uzun süren mücadelelerin finanse edilmesinde sorunlar yaşanmıştır. Bu nedenlerle, dış ticaret gelirlerinin azaldığı ve yıllık üretimin büyük bölümünün askeri ihtiyaçlara ayrıldığı, savaş dönemlerinde dış yardım bulunamadığı ya da yeterli derecede olmadığı zamanlarda halka yöneliş ve çeşitli savaş vergileri konularak gelir elde etme ihtiyacı doğmuştur. Bütün bunların sonucunda da ‘Tekalif-i Örfiye’, ‘Tekalif-i Harbiye’ ve ‘Tekalifi Milliye’ gibi vergilendirme usulleri uygulanmak durumunda kalınmıştır. Son dönemlerde, Osmanlı Devleti tarımsal üretime dayalı ve çeşitli nedenlerden dolayı sanayileşememiş bir görünüm arz ediyordu. Mali yapının gelirler kalemi çoğunlukla ülkenin bu yapısına uygun şekilde tarım ve hayvancılığa dayalı vergilerle ayakta duruyor, giderler arasında en önemli kalemleri dış borçlar ve savaş giderleri oluşturuyordu.

Osmanlı Devleti birçok konuda dışa bağımlı bir tür yarı sömürge durumunda bulunmaktaydı. Bir yandan kapitülasyonlar, diğer yandan dış borçlanma, Osmanlı Devleti’nin mali ve ekonomik yapısını içerisinden çıkılması zor bir duruma itmiştir.1854 yılında yine bir savaşı (Kırım Savaşı) finanse etmek için Avrupalı devletlerden alınan ilk dış borcun ardından -yeterince üretime dönük yatırımlar yapılamadığından- 1875’te moratoryum ilan edilmesi, akabinde 1881 yılında İstanbul’da Düyunu-u Umumiye İdaresi’nin kurulması, bu içerisinden çıkılması güç durumu temsil eden önemli belirtiler olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Osmanlı Devleti için çok önemli stratejik öneme haiz Balkan topraklarının elden çıkmasıyla kaybedilen vergi gelirleri de devletin maliyesini derinden etkilemiştir. Osmanlı Devleti, yılların birikimi olarak oluşmuş olan genel durumuyla, I. Dünya Savaşı’na girileceği dönemde, ne savaşı finanse edebilecek, ne de savaş malzemelerini üretebilecek durumdaydı. Bu nedenle devlet, çözümü yine dış borçlanmada ve bu borçlar karşılığında emisyon hacmini arttırmakta görüyordu. Osmanlı Lirası’ndaki değer kaybı, halkın refah düzeyine olumsuz etki ederken, gelir arttırıcı vergi kanunları ve yeni çıkarılan vergi yasaları, halkın gittikçe daha kötü ekonomik şartlar altında yaşamasına neden oluyordu. Osmanlı hükümetleri halkın yıllardır içerinde bulunduğu kötü ekonomik durumu bildiklerinden, iç kaynaklara yüklenmekten ziyade, ağırlığı dış borçlanmaya veriyor, bunun sonucunda, her durumda ülke ve halk daha yoksul ve dışa bağımlı bir duruma itiliyordu. Halk ise içerisinde bulunduğu bütün olumsuz ve zor koşullara rağmen, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeğe gayret ediyor, I. Dünya Savaşı’nın ardından gerek Kuva-i Milliye’nin, gerekse Türkiye Büyük Millet Meclisi’yle birlikte yürüttüğü bağımsızlık mücadelesinin mali yönünün ana kaynağını teşkil ediyordu. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin özellikle halktan sağlanan için kaynaklarla finanse edilmiş olmasını göz önünde bulunduracak olursak, Anadolu insanının özverisinin ne denli büyük olduğu ve bağımsızlığın tamamen Türk Milleti’nin ürünü olduğu gözler önüne serilmektedir. İşte, önce I. Dünya Savaşı sırasında uygulanan Tekalif-i Harbiye (Harp Vergisi) ve sonrasında Milli Mücadele döneminde yürürlüğe konan Tekalif-i Milliye Emirleri (Ulusal Yükümlülük), iç kaynaklara yönelmenin iki önemli örneğini oluşturmaktadır. Görüldüğü üzere gerek Tekalif-i Milliye Emirlerine, gerekse bu emirlerin uygulanması büyük oranda Osmanlı Devleti’nin önceki dönemlerinde yaşamış olduğu deneyimlerden hareketle hazırlanmış ve gerekli düzeltmelerin yapılmasıyla mükemmel hale getiriliştir. Dönemin koşulları içerisinde yapılan savaşlardan dolayı ortaya çıkan ve büyük oranını askeri harcamaların oluşturduğu giderleri karşılamak ve ordunun ihtiyaçlarını gidermek amacıyla yürütülen, olağanüstü vergi niteliği taşıyan bu uygulamalar Türk Milleti’nin geçmişinde yapmış olduğu varlık – yokluk mücadelesinde çok kıymetli bir yer işgal etmektedir. Özellikle Sakarya Savaşı öncesi uygulanan, Tekalif-i Milliye Emirleri ile Türk Ordusu donatılmış ve çok kısa bir sürede Yunan kuvvetlerini geri püskürtülecek güce kavuşturulmuştur. Tekalif-i Harbiye ve Tekalif-i Milliye uygulamaları, savaşlarda başarılı olmanın en önemli etkenlerden birinin, lojistik hizmetler olduğunu göstermeleri bakımından anlamlıdır. Aynı zamanda gerek Tekalif-i Harbiye gerek Tekalif-i Milliye uygulamaları, savaş dönemi mali politikaları içerisinde en etkili ve en az maliyete sahip olmaları açısında oldukça dikkate değer mali politikalardır.”